. KİTABIN ADI SEMERKANT KİTABIN YAZARI AMIN MAALOUF YAYIN EVİ VE ADRESİ YAPI KREDİ KÜLTÜR SANAT YAYINCILIK 1. LEVENT İSTANBUL BASIM YILI 1998 KİTABIN KONUSU Ömer Hayyam ın Semerkant a gelişi ; burada yaşadıkları ve tarihe damgasını vuran eserinin oluşması. KİTABIN ÖZETİ Roman 11. yy’da yaşamış olan İranlı bilge ozan ömer Hayyam ın hayatı ve Rubaiyat ının öyküsünü anlatmaktadır. Kitap iki bölümden oluşmaktadır. Ömer Hayyam bilgeiğiyle ve şairliğiyle her tarafta tanınan birisiydi. Onun tüm hayali Semerkant I görmek , oranın güzelliğini keşfetmekti. Gittiği yerde başından geçen birtakım olaylar sonucunda kadıyla tanışması ve onun tavsiyesi üzerine eserini bir kitapta toplar. Onun bu şairane ve bilge kişiliği kendisinin devletin en üst kademesine kadar yükseltir. Herkesin takdirini toplar ve kitabını her türlü koşullara rağmen tamamlar. Kitabın ikinci bölümünde de Benjamin Omer adındaki bir Ömer Hayyam hayranı bu şaheseri bulmak için birçok zorlu yoldan geçer ve macera kitabın Titanic gemisinde kaybolmasıyla son bulur. KİTABIN ANA FİKRİ Tüm zorluklara rağmen insanlar hayallerini gerçekleştirmelilerdir. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ Ömer Hayyam Bilge , filozof gökbilimci , matematikçi , herkesin güvendiği , olaylara tarafsız bakabilen bir kişilik. Hasan SabbahZeki , araştırmacı , azimli fakat bilgisini ve yeteneklerini kötüye kullanan birisi. Benjamin Omer Araştırmacı , maceracı ve kendini Rubaiyat I bulmaya adayan birisi. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER Kitap geçmişteki olatlara bizlere dersler veriyor. Tarihin bizler tarafından fazla bilinnmeyen yönlerine ışık tutuyor. KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİGİ 1949 da Lübnan da doğdu. Ekonomi ve toplumbilim okuduktan sonra gazeteciliğe başladı. 1976 dan beri Paris te yaşıyor. Çeşitli yayın organlarında yöneticilik ve köşe yazarlığı yapmış olan Maalouf , bugün vaktinin çoğunu kitaplarını yazmaya ayırmaktadır. ESERLERİ Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri , Afrikalı Leo , Semerkant , Doğunun Limanları , Tanios Kayası , Ölümcül Kimlikler Pers ve Türk medeniyetleri uzun yıllardır tarih sahnesinde. İçlerinde birçok dili, dini ve kültürü barındırmışlar hep. Semerkant romanını yazarı Amin Maalouf işte bu medeniyetlerin beşiği Ortadoğu'dan, Lübnan'dan çıkmış bir yazar. Semerkant kitabı dört bölüm. Fakat ben kitabı iki bölüme ayırdım. Birisi bin yıl önceki İran ve o zamanki aşk hikayesi, ötekisi bin yıl sonraki İran ve o zamanki aşk hikayesi. Aşklardan bir tanesi Ömer Hayyam ile Cihan'ın diğeri Ömer ile Şirin'in aşkı. Tarihi bir roman olan bu kitap yoğun şekilde İran'ı işlemekte. Kitap Benjamin Ömer Lessage isimli kahramanımızın anlatımı ile başlıyor. Ömer, adaşı olan Ömer Hayyam'ın meşhur Rubailerini Titanic kazasında kaybediyor. Bu kısa bölümden sonra Ömer Hayyam'ın hayatını Rubailer eşliğinde okuyorsunuz. Bazı yorumlarda veya incelemelerde her ne kadar kitabın Rubailerin yazılış hikayesini anlattığı yazılmışsa da bu tespit yanlış kanımca. Kitap İran'ı birçok yönü ile özellikle siyaseti ve dış politikası ile ele alıyor. Bin yıl önceki İran'ı Ömer Hayyam özelinde bin yıl sonraki İran'ı ise Benjamin Ömer özelinde işlemiş. Aşk hikayeleri aralara serpiştirilmiş ve güzel de olmuş. Aşk mevzu ise anlatım çok yoğun. Aynı şey diğer konularda da geçerli. Kitabın tek kahramanı Ömer Hayyam değil elbette. Tarihi bir roman ve tarihi kişilikleri işlemiş haliyle. Nizamülmülk ve Hasan Sabbah. Bu iki şahsiyet kendi başlarına birer tarih zaten. Nizamülmülkün başarılı siyaseti ile Hasan Sabbah'ın kendisine mürit bulma yöntemleri ve savaşma yöntemi hala konuşulur günümüzde. Birisi tarihin ipek yüzü diğeri ise köpek yüzü gibidir. Şimdi gelelim eleştirel kısımlara. Kitabın anlatımına akıcılığına diyecek bir şey bulamıyorum. Dört bölümden oluşan kitabın ilk iki bölümünde hiçbir sayfa olmadı ki parmaklarım diğer sayfaya geçmekte acele etmesin. O kadar akıcı ve konular o kadar ilgi çekici. Fakat son iki bölüm için aynı şeyi söyleyemem. Son iki bölümde bin yıl sonraki İran tarihine geçiş yaptığınız için ister istemez bin yıl önceki dünya tarihinden çıkmanın verdiği etkiyle de okuma hızınız biraz yavaşlıyor. Ama bu okunamayacağı anlamına gelmiyor. İlk iki bölüme göre iki gömlek daha yavaşlıyor akıcılık. Şimdi gelelim tarihi olayların gerçeklik kısmına. Ömer Hayyam'ın Rubailer'i... Dünyada orjinal halinden sonra üzerine birçok eklemeler yapılmış. Sadece internet araştırmasına dayandırarak söylüyorum Ömer Hayyam hayatta iken bile ona ait olmayan mısralar ona maledilmiş. Burada şöyle bir sıkıntı ortaya çıkıyor. Ömer Hayyam'a ait olduğu net olarak bilinmeyen ve dini yönden sakıncalı olan Rubailer. Bu Rubailer bence kitaptaki Ömer Hayyam'ın karakterinin oluşturulmasında temel alınmış ki bu Ömer Hayyam şarapçı, aşkı Cihan ile gayri meşru ilişkilerde bulunan biri gibi anlatılmış. Örneğin; "Var mı dünyada günah işlemeyen, söyle; Yaşanır mı hiç günah işlemeden, söyle; Bana kötü deyip kötülük edeceksen, Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle." Bu dizeler kanımca dini açıdan sıkıntılı. Fakat bu dizeler acaba gerçekten Ömer Hayyam'a mı ait? Madalyonun öteki yüzüne yani dini yönden pek sıkıntılı olmayan Rubailer'edaha doğrusu yukarıdaki gibi dizeleri reddeden görüşe bakıldığında iki farklı Ömer Hayyam ortaya çıkıyor. Hangisi gerçektir bunu ancak öbür tarafta öğrenebiliriz. Fakat her iki görüşün birleştiği tek bir ortak nokta var. O da Ömer Hayyam'ın bir bilim ve fikir adamı olduğu, Matematik, felsefe ve gökbilimi alanlarında ciddi çalışmış bir insanmış Ömer Hayyam. Yazarın şahsi görüşünden midir yoksa tarihi yanlış kaynaklardan okumasından mıdır bilemem ama kitapta Selçuklu hükümdarlarına bir önyargı var gibi. Bu dediğimin ayrıntısına girmiyorum ama okursanız kitabı Selçuklu hükümdarları ile ilgili bazı şeyler direk dikkatinizi çekecektir. Bu arada yazara biraz kızgınım. Ömer ile Şirin aşkının sonunu eksik bırakmış. Göreniniz olursa bir zahmet iletin kızgınlığımı. Kitap belki de tarihi yanlış ele almış olsa da yine de kesinlikle okumanızı istediğim bir kitap olmuştur. İyi okumalar. Diğer roman incelemelerim için tıklayın. Kitaptan alıntılar; "...Bizde erkekler savaşır, ama onlara kiminle savaşacaklarını kadınlar söyler..." "...Bu cebir eserinde Hayyam, bilinmeyen sayıyı göstermek için Arapçadaki şey terimini kullanmış; İspanyolların ilmi eserlerinde Xay olarak geçen bu kelime zamanla kısaltılıp sadece ilk harfine indirgenmiş, sonra da x tüm dünyada bilinmeyen sayının simgesi haline gelmişti..." "Her gün biri çıkar, başlar, benim ben demeye, Altınları, gümüşleriyle övünmeye. Tam işleri dilediği düzene girer, Ecel çıkıverir pusudan Benim ben, diye." "...Semerkant'ın bu epey eski inancından haberi vardı Hamile bir kadın sokakta hoşuna giden bir yabancıyla karşılaşırsa hiç çekinmeden onun yemeğini paylaşmalıydı; o zaman çocuk o yabancı kadar güzel, onun gibi ince uzun olur; aynı soylu ve düzgün hatlarını alırdı..." Titanicte Rubaiyat! Doğunun çiçeği Batının Çiçekliğinde! Ey Hayyam! Yaşadığımız şu güzel anı görebilseydim!Amin Maalouf, Afrikalı Leodan YKY, 1993 sonra bu kez Doğuya, İrana bakıyor. Ömer Hayyamın Rubaiyatının çevresinde dönen içiçe iki öykü... 1072 yılında, Hayyamın Semerkantında başlayan ve 1912de Atlantikte bitmeyen bir serüven... Bir elyazmasının yazılışının ve yüzlerce yıl sonra okunurken onun ve İranın tarihinin de okunuşunun öyküsü/tarihi... TADIMLIKBazen Semerkantta, ağır ve kasvetli bir günün bitiminde, kentin işsiz güçsüz takımı, baharat çarşısının yanı başındaki iki meyhane çıkmazında, Sogd ülkesinin kokulu şarabını içmek için değil, ama gelen gideni gözetlemek ya da çakırkeyif bir kaç akşamcıya saldırmak için dolanıp durur. Ele geçirilen kişi yere serilir, hakaret edilir, baştan çıkartan şarabın kızıllığını ona yüz yıllar boyu hatırlatacak olan bir cehennem ateşine Rubaiyat, 1072 yazında, böyle bir olay üzerine yazılmaya başlandı. Ömer Hayyam yirmi dört yaşındaydı ve bir süredir Semerkantta bulunuyordu. O akşam, meyhaneye mi gitmişti yoksa dolaşıp dururken rastlantılar mı onu oraya sürüklemişti? Bilinmeyen bir kenti arşınlamanın taze keyfi, biten günün binlerce biçim alışına açık gözlerle bakış... Gelincik Tarlası Sokağında bir küçük oğlan, aşırdığı elmayı göğsünde tutarak tabanları yağlıyor; çuhacılar çarşısında bir dükkânın içinde, bir kandilin kör ışığında tavla partisi sürüyor, iki zar atışından sonra bir küfür ve tıkırtılı bir gülüş duyuluyordu. İplikçiler geçidinde ise, katırcının biri çeşmenin önünde durup yüzünü yıkıyor, sonra da uyuya kalan çocuğunu öpercesine, dudaklarını uzatıp musluğa eğiliyor, susuzluğunu giderdikten sonra ıslak avuçlarını yüzünde gezdirip şükrediyor, içi boş bir karpuzu yerden alarak su ile dolduruyor ve hayvanının başından aşağıya, o da içebilsin diye boca Meydanında, gebe bir kadın Hayyama yaklaştı. Peçesini açtığında ancak onbeş yaşında olduğu anlaşılıyordu. Tek söz etmeden, çocuksu dudaklarında tek gülümseme olmadan, Hayyamın elindeki kestanelerden bir kaçını çalıverdi. Hayyam şaşırmadı. Bu Semerkantda eski bir inanıştı. Bir anne adayı, sokakta hoşuna giden bir yabancıya rastlarsa, yiyeceğini elinden almak cesaretini gösterebilmeliydi. Böylece, doğacak çocuk, onun kadar yakışıklı, onun gibi ince uzun, onun kadar soylu ve düzgün hatlara sahip olacaktır. Ömer, uzaklaşan kadına bakarken, elinde kalan kestaneleri yemeye devam etti. O sırada duyduğu bir uğultu, hızlanmasına yol açtı. Az sonra kendini, zincirinden boşanmış bir güruhun ortasında buluverdi. Kolları ve bacakları upuzun, beyaz saçları dağılmış bir ihtiyar, yere serilmiş, çığlıkları öfke ve korkudan hıçkırığa dönüşmüştü. Gözleriyle yeni gelene yalvarmaktaydı. Zavallının çevresini, yirmi kadar titrek sakallı, sopalı adam almış, az ötede keyifli bir seyirci kitlesi birikmişti. Aralarından biri, Hayyamın kızgın yüzünü görünce Önemli değil, bu Uzun Cabirden başkası değil dedi. Ömer sıçradı, bir utanç dalgası gelip boğazında düğümlendi, kendi kendine Cabir, Ebu Alinin arkadaşı! diye söylendi. Ebu Ali, aslında sık rastlanan bir isimdi. Ama ister Buharada olsun, ister Cordobada, ister Belhde olsun, ister Bağdatta, adı saygı ile anılırsa, kim olduğu kolaylıkla anlaşılır. Bu, İbn-i Sinadan başkası değildir. Batıda Avicenne diye bilinen! Ömer onu tanımış değildi. Onun ölümünden onbir yıl sonra doğmuş, ama onu, kuşağının en büyük ustası, bütün bilimlerin üstadı, Mantık havarisi olarak kabul etmişti. Hayyam tekrar söylendi Cabir, Ebu Alinin en sevdiği arkadaşı! Cabiri gerçi ilk kez görüyordu ama, talihsiz yaşamı hakkında bilgisi vardı. İbn-i Sina, Cabiri kendi halefi sayar, yalnız düşüncelerini sergilemedeki ataklılığını ve pervasızlığını eleştirirdi. Cabir, bu kusuru yüzünden günlerce hapis yatmış, meydan dayağına çekilmiş, son kamçılanması Büyük Semerkant Meydanında, ailesinin gözleri önünde gerçekleşmişti. Cabir bu hareketi asla unutmamıştı. Cesur, gözüpek bir adam iken nasıl olmuştu da böyle ihtiyara dönüşmüştü? Herhalde karısının ölümü yüzünden! Karısı öldükten sonra, yırtık pırtık giysilerle, sendeleye sendeleye, saçma sapan konuşarak dolaşmaya başlamıştı. Cabirin peşinden, gülüşüp bağrışan, ellerini çırpan, attıkları taşlarla onun, gözlerinden yaş akıtacak kadar, canını yakan bir çocuk ordusu giderdi. Titanicte Rubaiyat! Doğunun çiçeği Batının Çiçekliğinde! Ey Hayyam! Yaşadığımız şu güzel anı görebilseydim!Amin Maalouf, Afrikalı Leodan YKY, 1993 sonra bu kez Doğuya, İrana bakıyor. Ömer Hayyamın Rubaiyatının çevresinde dönen içiçe iki öykü... 1072 yılında, Hayyamın Semerkantında başlayan ve 1912de Atlantikte bitmeyen bir serüven... Bir elyazmasının yazılışının ve yüzlerce yıl sonra okunurken onun ve İranın tarihinin de okunuşunun öyküsü/tarihi... TADIMLIKBazen Semerkantta, ağır ve kasvetli bir günün bitiminde, kentin işsiz güçsüz takımı, baharat çarşısının yanı başındaki iki meyhane çıkmazında, Sogd ülkesinin kokulu şarabını içmek için değil, ama gelen gideni gözetlemek ya da çakırkeyif bir kaç akşamcıya saldırmak için dolanıp durur. Ele geçirilen kişi yere serilir, hakaret edilir, baştan çıkartan şarabın kızıllığını ona yüz yıllar boyu hatırlatacak olan bir cehennem ateşine Rubaiyat, 1072 yazında, böyle bir olay üzerine yazılmaya başlandı. Ömer Hayyam yirmi dört yaşındaydı ve bir süredir Semerkantta bulunuyordu. O akşam, meyhaneye mi gitmişti yoksa dolaşıp dururken rastlantılar mı onu oraya sürüklemişti? Bilinmeyen bir kenti arşınlamanın taze keyfi, biten günün binlerce biçim alışına açık gözlerle bakış... Gelincik Tarlası Sokağında bir küçük oğlan, aşırdığı elmayı göğsünde tutarak tabanları yağlıyor; çuhacılar çarşısında bir dükkânın içinde, bir kandilin kör ışığında tavla partisi sürüyor, iki zar atışından sonra bir küfür ve tıkırtılı bir gülüş duyul... tümünü göster 4 kişiden, 4 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Roman 11. yy’da yaşamış olan İranlı bilge ozan ömer Hayyam ın hayatı ve Rubaiyat ının öyküsünü anlatmaktadır. Kitap iki bölümden oluşmaktadır. Ömer Hayyam bilgeiğiyle ve şairliğiyle her tarafta tanınan birisiydi. Onun tüm hayali Semerkant I görmek , oranın güzelliğini keşfetmekti. Gittiği yerde başından geçen birtakım olaylar sonucunda kadıyla tanışması ve onun tavsiyesi üzerine eserini bir kitapta toplar. Onun bu şairane ve bilge kişiliği kendisinin devletin en üst kademesine kadar yükseltir. Herkesin takdirini toplar ve kitabını her türlü koşullara rağmen tamamlar. 3 kişiden, 3 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Amin Maalouf yine derinlere inip güzel şeyler çıkarmış bizim olarak beğendiğimi var;kitap dört bölümden oluşuyor ve bu bölümler arası geçişler beni biraz koparmıştı kitaptan. Bir Hayyam hayranıysanız zaten okuduğunuz bir kitaptır bu fakat Hayyam'ı tanımak için okuyacaksanız bence yanlış ilk önce bu kitap yerine rubailerini okumalısınız. Amin Maalouf'un bu kitabının baş karakterinin de son derece takıntılı biri olması caiz değilD 3 kişiden, 3 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Bir kısımdan sonra sıkıcı gelmeye başladı. Ömer Hayyam'ı anlattıktan sonraki kısım çok sıkıcıydı ve gereksiz ayrıntılar vardı. Devam edemedim. 3 kişiden, 3 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah denince büyük bir beklenti içinde okudum ama ozellıkle yarıdan sonrasında cok sıkıldıgımı ıfade etmelıyım. Metinler edebi olmaktan cok ara ara bir tarih kitabı okuyormuş hissiyatı yarattı. Hissiz, uzun ve sanki sadece kronolojik bir sıraya konmuş paragraflar çoğunlukta. Belki benim biraz da şanssızlığım çok daha önceden Vladimir Bartol'un Fedailerin Kalesi Alamut'u okumam olmuştur. İlgilenenler için çok daha sürükleyici ve heyecanlı bir eser. Ne yazık ki Semerkant'ı çok beğenmedim. 2 kişiden, 2 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Ömer Hayyam'ı, Rübaiyat'ı, Hasan Sabbah'ı, o dönemi anlamak isteyenlere özel bu kitap.. Çok güzeldi. 2 kişiden, 2 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Ömer hayyam ile alakalı birşeyler okumak o kadar keyif verici ki ve kitap inanılmaz güzel yazılmış. Nerdeyse bin yıl önce yaşamış olan bir insanla kafa dengi olduğunuzu hissetmek de ayrı bir lezzet Ben de herkes gibi son kısımdan sıkıldığımdan dolayı 8 verdim. Son kısımlar siyasi haberler okuyormuşum gibi hissettirdi o kısımdaki konu sıkıcı olsa da daha iyi bir dille yazılsaydı okuması yine keyif verebilirdi. Son bölümdeki konular ve yazım dilini bir kenara bırakarak herkese okumasını tavsiye ettiğim bir kitap. 3 kişiden, 2 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Her ne kadar beklediğim gibi bir kitap olmasa da okunabilir bir kitap. 2 kişiden, 2 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Sonu çok kötü bir yere bağlanıyor. Hayatımda bir kitabı okuduktan sonra ilk defa sinirlendim. 1 kişiden, 1 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Güzel etkileyici yinede yazarın ilk okuduğum eserindeki tadı bulamadım, sanırım o en iyi eseriydi. 1 kişiden, 1 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah'ın arasındaki ilişkiyi öğrenmek için bile okunabilir ama onun dışında genel olarak da çok sağlam yazılmış bir eser. Tavsiye edilecek kadar var. 1 kişiden, 1 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Hasan Sabbah ile ilgili bazı bilgilere sadece burada rastladığım ve doğruluğundan çok emin olamadığım ünivesitelerin tarih bölümlerinde önerilen güzel kitap. 1 kişiden, 1 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Severek okuduğum bir kitap oldu Yediğiniz en nefis yemeği tarif etmek gibi bir şey SEMERKANT'ı anlatmak. Ömer Hayyam Nzamülmülk Hassan Sabbah üçleminde geçen entrikalar akla hayale gelmeyecek olaylar ve tadı damakta bırakacak bir Alamut serüveninin başlangıcı okumanızı kesinlikle tavsiye ederim 1 kişiden, 1 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş ömer hayyamın hayatından kesitlerin anlatldığı ve ömer hayyam hasan sabbah nizamülmülk üçülüsünün ilişkilerinden bahsedelin çok güzel bir kitap.. 2 kişiden, 1 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş kitabı sürekli aman bitsin de kurtulayım modunda okudum. kitap yarım bırakmak hiç huyum değildir ama neredeyse bu kitabı bırakacaktım. her tarz kitap okumayı severim ama bu kitap pek bana göre değildi. kitabın 1 ve 2. bölümünde Ömer Hayyam'ın hikayesi daha çok ilgimi çekti ama yine de birşeyler eksik gibi geldi bana. İran tarihi ile ilgileniyorsanız okuyun derim. 1 kişiden, 1 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Tarihi romanlardan pek hoşlanmamama rağmen, beni çok etkileyen kitaplardan birisi. Üzerinden bunca zaman geçmesine, birçok kısmını unutmuş olmama rağmen, hala çok sevdiğim bir kitap. 1 kişiden, 1 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş ilk bölüm kesinlikle daha iyiydi. 1 kişiden, 1 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş bejamin Ömere geçtiği kısım çok gereksizdi bence. o kısım olmasa daha iyi olurdu. 1 kişiden, 1 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Ömer Hayyam ı anlatırken sıkılmadan okuyorum ne zaman ileriye sardı ikinci hikayeye geçti o zaman benim için zulüm oldu bu kitap açıkcası çok sıkıldım okurken. 1 kişiden, 1 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş kitabın ilk kısımları yani Ömer Hayyam ve selçuklular kısmı daha güzel anlatılırken son kısımlarda siyasi bir anlatıma geçilmiş. Son sayfaları okurken bunaldığımı itiraf etmeliyim. Yine de okunması gereken bir kitap. 5 kişiden, 1 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş 1 kişiden, 1 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş İkinci hikayeye geçtiği kısımda bıraktım. Öğretici bir kitap, özellikle Ömer Hayyam, Hasan Sabbah ve rubaiyatın yazıldığı dönem çok güzel anlatılmış... 1 kişiden, 1 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Genel olarak güzel olmasına rağmen sonunu beğenmedim. Bir değerli kitap uğruna yaşamını, yaşadığı yeri her türlü tehlikeye rağmen göze alıp da Elyazmasını neden kurtarmadılar? Neden gitti Şirin? Ne hissetti batılı Ömer? Hiç mi içi yanmadı? Hiç mi kendini kaybetmedi? Hem Şirin hem de kitap aynı anda kaybetmek, sadece 'artık yoklar' kadar sığ bir düşünceye mi sığdı? 1 kişiden, 1 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Ortadoğu'nun en yetenekli ressamı Amin Maalouf. Harfleri kullanarak çizdiği Ortadoğu resimlerinde sizi adeta büyülüyor. Semerkant kitabını okuduğunuzda ise İran'ı, Hayyam'ı, Sabbah'ı ve Nizamülmülk'ü kimse bu kadar iyi anlatmamıştır diyeceksiniz. Kitabın tarihi gerçeklerden uzak olduğunu bilmenizde fayda var. Ayrıca Hayyam odağında başlayan kitabın ilk bölümleri sizi o kadar çok etkiliyor ki son bölümlerde hikaye günümüze döndüğünde keyfiniz kaçıyor. Keşke bu bölümler hiç olmasaymış diyebiliyorsunuz. 1 kişiden, 1 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Hayyam ölene kadar güzeldi, sonrası macera kitabına döndü. 1 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş 1 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş güzel bir anlatım ama pek benim tarzım değil. 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş tarih ve roman işte bu....... 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Tek kelimeyle şahane. Amin Moulouf amca çok iyi yazmış. Ömer Hayyam'ın hayatından güzel bir kesit, üstüne İran'daki detaylar. Çok hoşuma gitti. 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Muhteşem kitaplardan bir tanesi daha. 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Ömer Hayyam'dan bahsederken güzel ama, yazar konuya kendisini de dahil edinde sıkılıp bırakmıştım. 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Dogu kulturunun cok guzel anlatildigi bir kitap... 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Su gibi okuduğum, hayranlık duyduğum kitaplardan biridir. 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Ah hep aramıyormuyuz, keşke semerkant gibi bir kitap olsada okusak demiyor musunuz? 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Amin Maalouf'un beni Ömer Hayyam, Nizamülmülk ve Hasan Sabbah ile tanıştırdığı bu kitap ayrıca ilk göz ağrımdır.. 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Îlginç,egzotik bir haşhaşiler ve hasan sabbah hakkında bilgi sahibi olmak istemiştim ama kitap iran tarihine ağırlık vermiş ve ömer hayyam vesilesiyle de kitabı konusunda oldukça yetersiz kalmış,ama genel olarak hoş,okunası bir eser ortaya çıkmış. 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş kitabın sadece ömer hayyam ile olan kısmı güzel... 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Sadece Hayyam i anlatsa sonundaki o tarihsel yolculugu yapmasa bir solukta biticek kitap 8/10 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Akıcı bir kitap. Ayrıca Hasan Sabbah'ın fikirlerini daha iyi anlamama vesile oldu. 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Ömer Hayyam'ı ve rubailerini sevenlere tavsiye ederim. 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Sürükleyici bir kitaptı. Kütüphane bulunması gerekenlerden denilebilir. 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Şimdiye kadar okumamış olmamı bir kayıp olarak değerlendiriyorum... 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Gayet başarılı ve elbette okunası bir kitap = 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Akıcılığı ile insanı sıkmayan,sürükleyiciliği ile bir an olsun kendini elden düşürmeyen şaheser. 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Kitabın konusu çok güzel olmasına rağmen ki ben de ömer hayyam merakımı gidermek için okudum ama çevirsinden mi bilemiyorum çok akıcı bir dili yok. 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş aynı dönemde yaşamış nizamulmülk hayyam ve hasan sabbah ı yakından tanıma şansı bulacaksınız 0 kişiden, 0 kişi bu değerlendirmeyi beğenmiş Tarihi olayları romanlaştırarak anlatan bir kitap. İranın demokrasi/meşrutiyet mücadelesi ile ilgili hiçbir bilgim yoktu. Ancak bir noktada takıldım. Okay Tiryakioğlu'nun Alparsan adlı kitabında Hasan Sabbah'ın Alparslan zamanında Nizamülmülk ile çalıştığı; şu an ismini hatırlayamadığım bir kalenin alınmasında son kez yardım ettiği; bu kalenin fethinden sonra Nizam ile anlaşıp, para alıp adamlarıyla birlikte oradan ayrıldıkları anlatılıyor. Ancak Semerkant kitabında Hasan Sabbah Melikşah zamanında Nizam ile çalışıyor. Nizam'ın bir oyunu ile Selçuklulardan ayrılmak zorunda kalıyor, daha sonra Melikşah ile gizlice anlaşıp Nizam'ı öldürtüyor. İki kitabın da anlattığı çoğu yerin aynı olmasına rağmen, bu farklılığın nedenini anlayamadım. Hangisinin doğru olduğunu merak ediyorum.

semerkant kitabı ile ilgili incelemeler